Hiç Binmedim Leylâsız Trenlere
Artık zevâl vakti, akşam oluyor; Göklerin kapısı hâlâ aralık… İnce bir sızıyla içim doluyor, Her zaman sökmüyor gözükaralık. Sanki bütün kuşlar dağlarla sözlü, Sanki hepsinin de gözleri çakır… Benim gördüklerim hep eylül yüzlü, Ufuklar kıpkızıl yekpâre bakır. Yüreğimde kişner en soylu atlar, Toynak seslerinde dinginlik çok zor. Biçimden biçime girer bulutlar, Özlemin rengiyse hiç değişmiyor. Düşlerimin burgacında dönüyor İpek ve baharat yüklü bir kervan. İçimdeki lâmba birden sönüyor Deve kızıp kaçmış, şaşırmış sârbân. Görünüp görünüp kaybolan kaçak Çıkınında taşır totemlerini… Bu mühürü söküp kapı açacak Kim varsa söylesin biri yerini. Karşımda bir çift göz, kavrulmuş badem, Ansızın bıçaklar hassas yanımdan… Aşkıma tanıktır çiçek seccadem, Üstüme damlarken yürek yürek kan. Sular kırılır da Leylâ kırılmaz; Bir renk cümbüşüdür, kemiksiz ışık… Gizemdir, ritimdir, bitimsiz ilkyaz Ne canlar tanıdım Leylâ’ya âşık. Gün batar her şeyi koynuna alır; Şahlanan dağ, deli ırmak kadife… Gün doğar