Hiç Binmedim Leylâsız Trenlere
Artık zevâl vakti, akşam oluyor; Göklerin kapısı hâlâ aralık… İnce bir sızıyla içim doluyor, Her zaman sökmüyor gözükaralık. Sanki bütün kuşlar dağlarla sözlü, Sanki hepsinin de gözleri çakır… Ufuklar kıpkızıl yekpâre bakır. Yüreğimde kişner en soylu atlar, Toynak seslerinde dinginlik çok zor. Biçimden biçime girer bulutlar, Özlemin rengiyse hiç değişmiyor. Düşlerimin burgacında dönüyor İpek ve baharat yüklü bir kervan. İçimdeki lâmba birden sönüyor Deve kızıp kaçmış, şaşırmış sârbân. Görünüp görünüp kaybolan kaçak Çıkınında taşır totemlerini… Bu mühürü söküp kapı açacak Kim varsa söylesin biri yerini. Karşımda bir çift göz, kavrulmuş badem, Ansızın bıçaklar hassas yanımdan… Aşkıma tanıktır Üstüme damlarken yürek yürek kan. Sular kırılır da Leylâ kırılmaz; Bir renk cümbüşüdür, kemiksiz ışık… Gizemdir, ritimdir, bitimsiz ilkyaz Ne canlar tanıdım Leylâ’ya âşık. Gün batar her şeyi koynuna alır; Şahlanan dağ, deli ırmak kadife… Gün doğar, ne yüzü ne izi kalır, Kalan salt imzasıdır Leylâ diye. Beni böyle esrik / aylak görenler Sanırlar ki işim bitmiş tastamam. Yüreğimden geçer bütün trenler Leylâ’sız dünyayı hiç umursamam. Kural bu: acıma, vurunca düşür! Sanki hiç sevmedin, kalem tutmadın. Sabır burcundaki bayrağın üşür, Morgda çıplak yatan hep senin adın. Leylâ salınarak bahçeye iner, Tavusa dönüşür her dokunduğu. Kokusu yerlere, göklere siner Havuzda yüzerken bir siyah kuğu. Onun eşiğine yüz sürenlere Kilitli kapılar bir bir açılır. Hiç binmediğim Leylâ’sız trenlere Leylâ’sız köprüler nasıl geçilir? ... |
Bahattin Karakoç |
Yorumlar